Canbay: Bu bir kutlama günü değil, vicdan testidir
Prof. Dr. Canan Aksu Canbay'dan Dünya Kız Çocukları Günü'nü dolayısıyla yaptığı açıklamada 'Türkiye'de Kız Çocuğu Olmak Hâlâ Bir Mücadele. Bir ülke, kız çocuklarına verdiği değer kadar özgürdür' dedi.
Dünya Kız Çocukları Günü kapsamında bir açıklama yapan Elazığ Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Prof. Dr. Canan Aksu Canbay, Türkiye'de kız çocuklarının karşı karşıya kaldığı yapısal eşitsizliklere ve toplumsal baskılara dikkat çekti. Canbay, 'Bugün hl kız çocuklarının sessiz çığlıklarını duymazdan geliyoruz. Oysa bu sessizlik, toplumun vicdanının susturulmasıdır' dedi.
Her yıl 11 Ekim'de kutlanan Dünya Kız Çocukları Günü, dünyanın dört bir yanında eşitlik, eğitim ve güvenlik talepleriyle gündeme geldiğini hatırlatan Prof. Dr.Canbay; Kız çocuklarına ödül gibi değil, yük gibi bakan bir toplumun ilerlemesinin mümkün olmadığını belirterek, özellikle erken yaşta evlilikler, eğitime erişim zorlukları ve toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle binlerce kız çocuğunun hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldığını söyledi.
'Ben bir akademisyen olarak rakamları görüyorum; ama bir anne olarak onların ardındaki gözyaşlarını hissediyorum' diyen Canbay, bu günün bir kutlama değil, bir yüzleşme günü olduğunu dilegetirdi.
'EĞİTİMDE RAKAMLAR ARTIYOR AMA EŞİTLİK HL UZAK'
Türkiye'de kız çocuklarının eğitim oranlarında artış yaşanmasına rağmen, tablo hl iç açıcı değil. Canbay, ülke genelinde 1,5 milyon kız çocuğunun örgün eğitimin dışında olduğunu belirterek şunları söyledi: 'İstatistikler ilk bakışta umut verici olabilir; ama özellikle kırsal bölgelerdeki kız çocukları hl okuldan uzak. Elazığ gibi şehirlerde dahi bazı mahallelerde çocuklarımız ulaşım, ekonomik zorluk ve toplumsal baskılar nedeniyle eğitimden kopuyor. Bu tabloyu değiştirmediğimiz sürece kalkınmadan bahsedemeyiz.'
'ÇOCUK GELİNLER, TOPLUMUN KOLLEKTİF SESSİZLİĞİDİR'
TÜİK'in 2024 verilerine göre, son beş yılda 57.618 kız çocuğu evlendirildi. Elazığ Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Canbay, çocuk evliliklerinin yalnızca yasayla değil, kültürle mücadele edilerek sona erdirilebileceğini vurgu yaparak; '11 bin kız çocuğu sadece geçen yıl evlendirildi. Bunlar bizim çocuklarımız! Bir kız çocuğu evlendirildiğinde sadece onun hayatı değil, toplumun geleceği kararıyor. Bu sadece bireysel değil, sistematik bir şiddet biçimi.'dedi.
ÜLKENİN EN ACI GERÇEĞİ: 15 YAŞINDA ANNE OLANLAR VAR
Türkiye'de 2023 yılında 15 yaşından küçük 130 çocuk, 15-17 yaş arasında ise 6.505 çocuk doğum yaptığını ifade eden Canbay tabloyu 'sosyolojik bir kriz' olduğuna dikkat çekerek; 'Bu çocuklar doğum yapıyor, ama eğitimden kopuyor, hayattan kopuyor, özgürlüklerinden kopuyor. Bir çocuk anne olamaz. Anne yapıldığı her durumda, o çocuğun çocukluğu çalınmış demektir.'şeklinde konuştu.
'SADECE YASA DEĞİL, ZİHNİYET DEĞİŞMELİ'
'Kız çocuklarına 'sessiz ol', 'namusunu koru', 'itaat et' deniyor. Erkeklere ise 'özgür ol', 'hayal kur'... Bu zihniyeti Elazığ'dan başlayarak kırmadıkça, istatistiklerdeki ilerleme, gerçek eşitliğe dönüşemez.'diyen Prof. Dr. Canbay açıklamasında şunları söyledi;
TÜRKİYE'DE KIZ ÇOCUĞU OLMAK ÖDÜL MÜ YOKSA CEZA MI?
'Dünya Kız Çocukları Günü her yıl 11 Ekim'de, dünyanın dört bir yanında, kız çocuklarının eğitim, sağlık, güvenlik ve eşitlik haklarını gündeme taşımak için anılır. Ancak bu gün, çoğu zaman sembolik bir farkındalığın ötesine geçememekte, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yapısal sorunların altında ezilen milyonlarca kız çocuğunun sessiz çığlıkları duyulmamaktadır. Türkiye özelinde ise bu sessizliğin içinde öyle bir gerçeklik var ki o da; kız çocukları hem ilerleyen sosyal politikalardan faydalanmakta, hem de toplumsal cinsiyet kalıplarının gölgesinde mücadele etmeye devam etmektedir. Türkiye'de nüfusun dörtte biri çocuklardan oluşurken, kız çocuklarının toplam çocuk nüfusu içindeki oranı %25,5'tir. Bu demografik veri, ülke kalkınmasının geleceğini doğrudan ilgilendirir; çünkü kız çocuklarının eğitim, istihdam ve sağlık alanlarındaki konumu, toplumsal gelişmişliğin en önemli göstergelerinden biridir. Toplumsal kalkınmanın yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve cinsiyet temelli eşitlik boyutlarıyla ölçülmesi gerektiğini savunan sosyolojik literatür, Türkiye örneğinde bu dengesizliği açıkça göstermektedir.'
EĞİTİMDEN YOKSUN BIRAKILAN KIZ ÇOCUKLARI, YALNIZCA EKONOMİK DEĞİL, KÜLTÜREL VE SEMBOLİK YOKSUNLUKLA DA KARŞI KARŞIYA KALMAKTADIR
'Eğitim, bu dengesizliğin en somut biçimde gözlemlendiği alandır. Son yıllarda eğitim politikalarıyla kız çocuklarının okullaşma oranı ciddi biçimde artmış, ilkokul tamamlama oranı %98,7'ye, ortaöğretim tamamlama oranı ise %81,2'ye ulaşmıştır. Bu niceliksel artış, eğitimde cinsiyet eşitliğine yönelik umut verici bir adım gibi görünse de, yüzeyin altındaki tablo daha karmaşıktır. Türkiye genelinde yaklaşık 1,5 milyon kız çocuğunun örgün eğitim dışında olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle kırsal bölgelerde yoksulluk, ulaşım zorlukları, okul altyapısının yetersizliği ve toplumsal önyargılar, kız çocuklarının eğitim hakkını sistematik biçimde kısıtlamaktadır. Bu durum, Bourdieu'nun 'kültürel sermaye' kavramını akla getirir; çünkü eğitimden yoksun bırakılan kız çocukları, yalnızca ekonomik değil, kültürel ve sembolik yoksunlukla da karşı karşıya kalmaktadır.'
HL BİNLERCE KIZ ÇOCUĞU ÇOCUKLUKTAN YETİŞKİNLİĞE ZORLA İTİLMEKTE
'Eğitim hakkının tamamlayıcısı olan 'çocukluk hakkı', Türkiye'de erken yaşta evlilikler üzerinden ciddi biçimde ihlal edilmektedir. 2005 yılında 51.944 kız çocuğu evlendirilirken, bu sayı 2022 itibarıyla 11.000 civarına gerilemiştir. Bu azalma, yasal düzenlemelerin ve farkındalık çalışmalarının etkili olduğunu gösterse de, hl binlerce kız çocuğu çocukluktan yetişkinliğe zorla itilmekte, çocuk gelin kavramı toplumsal bellekte varlığını sürdürmektedir. TÜİK'in 2024 verilerine göre, son beş yılda 57.618 kız çocuğu evlendirilmiştir. Bu olgu, yalnızca bireysel bir hak ihlali değil; aynı zamanda devlet, toplum ve aile sisteminin kesişiminde ortaya çıkan yapısal bir şiddet biçimidir. Feminist literatürde 'kurumsal şiddet' olarak adlandırılan bu durum, hukuken yasaklanmış olmasına rağmen toplumsal meşruiyetini geleneksel değerler ve ekonomik zorunluluklar üzerinden sürdürmektedir.'
KIZ ÇOCUKLARI İÇİN EVLİLİK BİR 'KURTULUŞ' GİBİ SUNULUR, AMA ASLINDA BİR ESARET BİÇİMİDİR
'Erken evlilikler, beraberinde erken gebelikleri getirir. 2023 verilerine göre Türkiye'de 15 yaşından küçük 130 çocuk, 15-17 yaş aralığında ise 6.505 çocuk doğum yapmıştır. Bu veriler bizlere, çocuklukla kadınlık arasındaki sınırın hl bulanık olduğunu göstermektedir. Erken gebelik yalnızca bir sağlık riski değil, aynı zamanda yaşam boyu sürecek bir travmanın, eğitimden kopuşun ve ekonomik bağımlılığın da başlangıcı olmaktadır. Sosyolojik açıdan bu durum, bireysel kaderden çok, 'toplumsal yapı'nın yeniden üretimidir. Çünkü yoksulluk, eğitimsizlik ve ataerkil değerler birleştiğinde, kız çocukları için seçenekler daralır; evlilik bir 'kurtuluş' gibi sunulur, ama aslında bir esaret biçimidir.'
YALNIZCA KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM DÜŞÜNCELERİ DEĞİŞTİREBİLİR
'Toplumsal cinsiyet rolleri, bu zincirin görünmez halkalarıdır. Türkiye'de hl birçok ailede kız çocuklarından 'itaatkr, sessiz, namuslu ve fedakr' olmaları beklenmektedir. Erkek çocuklarına özgürlük, kız çocuklarına sınır öğretilir. Bu durum, 'toplumsal cinsiyet sosyalleşmesi'nin tipik bir örneğidir. Kadın olmanın kültürel tanımı, doğuştan değil, öğretilmiş bir roldür ve bu nedenle kız çocuklarına atfedilen roller, onların yaşam tercihlerini, kariyer planlarını ve özgüven gelişimini derinden etkilemektedir. Türkiye'deki toplumsal normlar değişmedikçe, istatistiklerdeki ilerlemeler gerçek eşitliğe dönüşemez. Bununla birlikte, son yıllarda devlet politikalarında, sivil toplum projelerinde ve uluslararası ortaklıklarda umut verici adımlar da atılmaktadır. UNICEF ve UNFPA iş birliğiyle yürütülen programlar, erken evliliklerle mücadeleye ve kız çocuklarının eğitime katılımına önemli katkılar sunmaktadır. Ayrıca yerel yönetimlerin kız çocuklarına yönelik burs, ulaşım desteği, hijyen ve barınma projeleri de fark yaratmaktadır. Ancak bu çabaların kalıcı sonuç vermesi için kültürel dönüşümle desteklenmesi gerekir. Çünkü hukuki düzenlemeler davranışları değiştirebilir, fakat yalnızca kültürel dönüşüm düşünceleri değiştirebilir.'
BU ÇAĞRI, 'SESSİZ ÇIĞLIKLARIMI DUY, ŞİDDETİ DURDUR DİYEN MİLYONLARCA KIZ ÇOCUĞUNUN SESİDİR.'
'Bugün, Türkiye'nin en ücra köyünden en kalabalık kentine kadar, her kız çocuğunun aynı fırsatlara eriştiği bir düzen inşa edilmeden toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz etmek mümkün değildir. Eşitliğin temeli eğitimdir, eğitimin temeli fırsattır, fırsatın temeli ise adalettir. Bu zincirin her halkası güçlendirilmeli ki, sessiz çığlıklar artık yankılanmasın. Dünya Kız Çocukları Günü, bir kutlama değil; bir çağrıdır. Bu çağrı, 'sessiz çığlıklarımı duy, şiddeti durdur' diyen milyonlarca kız çocuğunun sesidir.'
BİZ DUYMADIKÇA, O SESSİZ ÇIĞLIKLAR HİÇ SUSMAYACAK.
'Türkiye, bu sesi gerçekten duyduğu gün, toplumsal kalkınmada yeni bir eşiğe adım atacaktır. Çünkü bir ülke, kız çocuklarının kaderine biçtiği yer kadar özgür, onların sesini duyduğu kadar ilericidir. Kız çocuklarının sessizliği, aslında toplumun kendi vicdanını susturmasının bir sonucudur. Oysa her suskunluk, bir çocuğun geleceğini yutar. Ben bir akademisyen olarak sayısal verileri yani rakamları görüyorum; ama bir kadın ve anne olarak onların ardındaki gerçek hikyeleri çok iyi biliyorum. O hikyelerde eksik kalan şey yalnızca adalet değil, aynı zamanda umut. Bu yazı, o umudu yeniden hatırlamak ve bu ülkenin geleceğini büyüten o küçük elleri unutmamak içindir. Çünkü biz duymadıkça, o sessiz çığlıklar hiç susmayacak.'